Kırklareli Günlüğü
Ruhun şad, Mekanın Cennet olsun Milli Dava adamı.
Faruk
Ceylan
farukceylan39@gmail.com
İstiklal marşımızın şairi, kurtuluş savaşındaki yaptığı
konuşmalarıyla halkı sürekli bilinçlendiren büyük dava insanını İstiklal
Marşımızın ölümünün 77 yılı münasebetiyle hatırlayalım istedim.
Milli dava adamı Akif'in, ne öldüğünde, nede öldükten sonra
layık olduğu değeri bulamadığı aşikârdır. Ona hak ettiği değer verilmese de ben
bir Fatiha okuyup, yad etmeyi vazife kabul ediyor, ALLAH (C.C) mekânını Cennet
eylesin İnşallah diyorum.
Umuyorum İstiklal marşımızın yazarı, büyük dava adamı Mehmet
Akif için sizlerde bir Fatiha gönderirsiniz…
İstiklal marşımızın yazılışı; Kurtuluş Savaşı'nın en çetin
döneminde, bir millî marşa duyulan ihtiyacı göz önüne alan Milli
Eğitim Bakanlığı, 1921 yılında bunun için bir şiir yarışması düzenledi.
Yarışmaya 724 şiir gönderildi. Kazanacak şiire para ödülü konduğu için
başlangıçta Mehmet Akif katılmak istemedi. Ama Millî Eğitim Bakanı Hamdullah
Suphi'nin (TANRIÖVER) ısrarı üzerine, ödülsüz olmak şartıyla o da şiirini
gönderdi.
Yapılan seçim sonunda, Mehmet Akif'in 20 Şubat 1921'de yazdığı "Kahraman Ordumuza" ibaresini taşıyan şiiri 12 Mart 1921 günü TBMM'nce İstiklâl Marşı olarak kabul edildi.
Yapılan seçim sonunda, Mehmet Akif'in 20 Şubat 1921'de yazdığı "Kahraman Ordumuza" ibaresini taşıyan şiiri 12 Mart 1921 günü TBMM'nce İstiklâl Marşı olarak kabul edildi.
Aynı yıl bir de beste yarışması açıldı, ama kesin bir sonuç
alınamadı. Bunun üzerine Millî Eğitim Bakanlığı'nca Ali Rıfat ÇAĞATAY’ın
(1867–1935) bestesi uygun görülerek okullara duyuruldu. 1924'ten 1930'a kadar
marş bu beste ile çalındı. O yıl bunun yerini, Cumhurbaşkanlığı Orkestrası şefi
Zeki ÜNGÖR'ün 1922'de hazırladığı bugünkü beste aldı.
Mehmet Akif Ersoy, İstiklâl Marşı'nda, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılacağına olan inancını, Türk askerinin yürekliliğine ve özverisine güvenini, Türk Milet’inin bağımsızlığa, hakka, yurduna, bayrağına ve dinine bağlılığını dile getirmiştir.
Mehmet Akif Ersoy, İstiklâl Marşı'nda, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılacağına olan inancını, Türk askerinin yürekliliğine ve özverisine güvenini, Türk Milet’inin bağımsızlığa, hakka, yurduna, bayrağına ve dinine bağlılığını dile getirmiştir.
Asıl adı Mehmet Ragif olan Mehmet Akif 1873 yılında İstanbul'da
doğdu. Annesi Emine Şerife Hanım, babası Temiz Tahir Efendidir. İlk tahsiline
Emir Buhari Mahalle Mektebinde başladı. İlk ve orta öğrenimden sonra Mülkiye
Mektebine devam etti. Babasının vefatı ve evlerinin yanması üzerine mülkiyeyi
bırakıp Baytar Mektebini birincilikle bitirdi.
Tahsil hayatı boyunca yabancı dil derslerine ilgi duydu.
Fransızca ve Farsça öğrendi. Babasından Arapça dersleri aldı. Ziraat
nezaretinde baytar (veteriner) olarak vazife aldı. Üç dört sene Rumeli, Anadolu
ve Arabistan'da bulaşıcı hayvan hastalıkları tedavisi için bir hayli dolaştı.
Bu müddet zarfında halkla temasta bulundu.
Akif'in memuriyet hayatı 1893 yılında başlar ve 1913 tarihine
kadar devam eder.
Memuriyetinin yanında Ziraat Mektebinde ve Darulfünun'da
edebiyat dersleri vermiştir.
1893 senesinde Tophane-i Amire veznedarı M. Emin Beyin kızı
İsmet Hanımla evlendi. Akif okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarıda kendi
kendini yetiştirerek tahsilini tamamlamayarak, bilgisini genişletmeye çalıştı.
Memuriyet hayatına başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak
edebiyat sahasındaki çalışmalarına devam etti. Fakat onun yayım hayatına girişi
daha fazla 1908'de İkinci Meşrutiyetin ilanıyla başlar. Bu tarihten itibaren
şiirleri Sırât-ı Müstakîm'de yayınlanır.
1926 yılından itibaren Mısır Üniversitesinde Türkçe dersleri
verdi. Derslerden döndükçe Kuran-ı kerim tercümesiyle de meşgul oluyordu, fakat
bu sırada siroza tutuldu. Önceleri hastalığının ehemmiyetini anlayamadı ve hava
değişimiyle geçeceğini zannetti. Lübnan'a gitti. Mısır'a hasta olarak döndü.
17 Haziran 1936'da tedavi için İstanbul'a döndü. Yurda
döndüğünde, Mustafa Kemal Atatürk için şu sözleri söyledi; "Mısır'da 11 yıl kaldım. Fakat 11 saat
daha kalsaydım artık çıldırırdım. İnsanlık da Türkiye'de, Müslümanlık da
Türkiye'de, hürriyetçilik de Türkiye'de. Eğer varsa, Allah benim ömrümden alıp
Mustafa Kemal'e versin!"
Siroz onu harap etmiş, bir deri bir kemik bırakmıştı. Gördüğü
tedavi ile hastalığın önüne geçilemedi. 27 Aralık 1936 tarihinde vefat etti.
Kabri Edirnekapı Mezarlığındadır.
Mehmet Akif milletini ve dinini seven, insanlara karşı
merhametli bir mizaca sahip, şair tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan, edebî
bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı, meşhur bir Türk şairidir. İstiklâl Marşı
şairi olması bakımından da "Millî Şair" ismini almıştır.
Mehmet Akif Ersoy,
Birinci Meclis'te, Burdur milletvekiliydi... "Gazi Meclisi’nin şerefli
üyesidir. İstiklal Marşı için Vatan aşkıyla yanıp tutuşarak Millet'ini,
Bayrağını kendi hayatının önünde tuttu.
27 Aralık 1936 gününde
vefat ettiğinde, tarihe düşülen kayıtlara göre, dönemin "Dâhiliye
Vekili" Şükrü Kaya, İstanbul Valiliğine gönderdiği mesajda cenazeye sahip
çıkılmamasını ve tüm resmi zevatın cenazeden uzak durmasını istemişti. İstiklal
marşının yazarı, Vatan sevgisiyle dolu bu imanlı insanın cenazesi neden ortada
bırakılmak istenmişti?
Dr. Macit Bumin'den Mehmet Akif'in Cenazesinin defni ile ilgili bir
anıyı paylaşmak istiyorum;
“Arkadaşım Mithat Müdüroğlu ile birlikte Beyazıt Kütüphanesi'ne
gidiyorduk. Vakit erkendi. Kütüphanenin açılma saatini, tam karşısında bulunan
ve "Küllük" denilen kahvelerin birinde oturarak bekliyorduk. Sulu kar
yağıyordu. Tam bu sırada caddeden tek atlı bir araba geçiyordu. Arabacının
yanında fesli bir genç oturuyordu. Yükü, örtüsüz bir tabut olan araba, cami
kapısına yöneldi. Tam bu sırada ikimiz birden kalkıp önlerine koştuk. Fesli
gence sorduk
-Bu tabut kime ait? Delikanlı
bize şöyle bir baktı ve;
“Bu tabut Mehmet Akif Bey'e aittir.
Ben de
katib-i hususiyim.” dedi.
Hemen tabutu arabadan aldık ve hürmetle musalla taşının üzerine
usul-ü vechile yerleştirdik.
Arkadaşımla görebildiğimiz birtakım eksiklikleri tamamlamak
vazifesini üstlendik. Katipten merhumun kartvizit büyüklüğünde iki fotoğrafını
aldık. Birini tabutun başına dayadık, birini de yanımıza alarak heyecan ve
telaşla kâtibin adını bile sormadan, fatihamızı okuyup Kapalıçarşı'ya daldık.
Bir büyük bayrak ve raptiye alarak döndük. Bayrağı naşın üzerine örttük. Oradan doğruca talebe
yurtlarına koştuk. Kısa bir zaman parçası içerisinde TIP talebe yurdunu
dolaştık. Rastladığımız herkese büyük şairimizin cenazesinin Beyazıt Camii'nde
olduğunu, öğlen namazından sonra kaldırılacağını haber veriyorduk. Bu arada
Kadırga Yurdu'na da indik.
Yollarda rastladığımız kimselere sadece haberi vermekle
kalmıyor, yakalarına merhumun çoğalttığımız fotoğrafını da iliştiriyor, naşın
Edirnekapı'da toprağa verileceğini söylüyorduk. Öğle namazına yakındı, Beyazıt
Camiine geldik. Cenazenin yanında, resmi kıyafetleri ile Darüşşafaka ilkokul
birinci sınıf talebelerini öğretmenleriyle birlikte gördük. Daha sonra cemaat
çoğaldı.
Namazdan sonra tabut eller üzerinden kayarak Beyazıt meydanına
çıkıldı. Cenaze alayı ilerledikçe kalabalık artıyordu. Edebiyat Fakültesi
önünde 5 dakika duruldu, saygı duruşunda bulunuldu. Cenaze alayı çığ gibi
büyüyordu. Tabut gençlerin ve halkımızın elleri üzerinde, bayrağımıza sarılı
vaziyette ilerliyordu.
Edirnekapı'ya kadar böylece gelindi. Mehmet Akif'in naşı mezara
indirildikten sonra görmek isteyenler için merhumun yüzü son bir kere açıldı.
Mezar usul-ü veçhile kapandı. Kur'an-ı Kerim okundu, dualar edildi
ve büyük kaybın verdiği iç burukluğuyla cemaat oradan ayrıldı. Şunu söylemek
isterim ki, büyük şairimiz Mehmet Akif'i milletimiz ebediyete kadar
unutmayacaktır.
Merhuma, naçiz hizmetimiz olmuş olabilir. Fakat bizim
gördüğümüzü, o günkü gençlerden kim görseydi, mutlaka bizim yaptığımızı
yapacaktı. Bu naçiz hizmet bize nasip oldu.”
Milli dava adamının aramızdan ayrılışının 77. Yılında hatırası
önünde saygıyla eğiliyor, ruhu şad, mekanı Cennet olsun diyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder