8 Mayıs 2012 Salı

Labirent inşa eden duvarcı ustaları!


DikiliYORUM


Vedat Durmaz

Öncelikle KIRKLARELİ HABERCİ okuyucularına gönül dolusu saygı ve sevgilerimi sunarken, bu köşeden sizlere ulaşma imkanı sağlayan, Sayın Faruk CEYLAN”a teşekkür ediyorum. Bundan önceki köşe yazılarımı takip edenlerin bildiği üzere, Türk Birliği’nin önemine ve gerekliliğine dikkat çekip, mutlaka kurulması gerektiği üzerinde durmuştum. Bu birliğin kurulması geciktiği sürece Türk ve diğer mazlum milletlerin ezilmeye, sömürülmeye devam edeceğini, yaşlı Dünya’mızın huzura kavuşamayacağı gerçeğine değinmiştim. Bundan sonraki yazılarımda da, kurulması asırlardır gecikmiş olan Türk Birliği’nin gerçekleşmesinin önündeki engelleri, tuzakları ve sinsi planları inceleyip, tüm engellerin el birliği ile kaldırılması hususunda çare ve çözüm yolları üzerinde duracağız.

Sorunları çözmenin en kolay yolu;

Öncelikle sorunun veya sorunların ne veya neler olduğunu doğru tespit edip, çözüm üretmeden önce sorunlu bölgeye uzaktan bakmasını öğrenmemiz gerekiyor. Çünkü Sorunları çözmenin en kolay yolu sorunlu bölgeye soğukkanlılıkla uzaktan bakmaktır. Bize gerekli olan en önemli unsur budur. Şu anda alacakaranlık bir dolambacın (labirentin) içinde olduğumuzu, çıkış kapısının ardında da aydınlık günlerin bizi beklediğini varsayalım. Varsayalım diyorum ama aslında millet olarak içinde bulunduğumuz durum tam bir dolambaç! Yüzyıllardır çıkabilmek için projeler üretildi ve ciddi çalışmalar yapıldı. Kaybedilen zaman her birimizin yüreğini acıttığı gibi, düşman mihraklar da bir yandan bize çaresiz olduğumuz telkinini yaptığı için, şuursuzca arayışlara koyulduk. Çoğunluğumuz da bu birkaçımızın oraya buraya koşuşturmasıyla, çıkış kapısını adeta tesadüfen bulmasını bekledik.

Oysa kapının bulunduğu bölüme tesadüfen rastlayabilmek için koşup duracağımıza, el birliği ile tahta bir merdiven çaksaydık, dolambacın üst duvarına en azından içimizden sadece bir kişiyi bile çıkarabilmiş olsaydık, millet olarak çıkış kapısını çoktan bulmuş, kapının ardındaki aydınlık günlere kavuşmuş olurduk.

Yedi (sözde) Bağımsız Türk Devleti bir araya gelip kendi birliğini kurmasın diye her devletin kendi sınırları içinde birer dolambaç oluşturuldu. Bu yedi  Türk Devleti’nin vatandaşları kendi ülke dolambacı içine hapsedildiği, kendi kapılarından çıkamadığı için de, Batı Trakya’da, Irak’ta ve Doğu Türkistan gibi yerlerde yaşayan kardeşleri düşman mihrakların zulmü altında inlerken, gerçek anlamda yardım elini uzatamadı!

İlk olarak Türkiye sınırları içinde kurulan dolambacın çıkış kapısını birlikte bulmaya çalışalım. Sonra diğer kardeşlerimizin yaşadığı ülkelere de uyarlaması kolay olur.

Ben Türk’üm, bu ülke benim!

Önce bunu kavramalı, bize unutturulmaya çalışılan bu gerçeğin farkına varmalıyız. Evet, biz Türk’üz ve bu ülke bizim! Peki, biz neden kendi ülkemizde hak ettiğimiz ve layık olduğumuz gibi yaşayamıyoruz? Sahip olduğumuz öz kaynaklarımız diğer Batılı ülkelerden çok fazla olmasına rağmen, o ülkelerin vatandaşları zengin ve rahat yaşarken, biz neden bu halde yaşıyoruz?... En önemlisi bunca zengin maden yataklarımızın olduğunu bildiğimiz halde, neden elin yabancısı bizim madenlerimizi çıkartıp işletirken, millet olarak biz çıkartıp işletemiyor, elde ettiğimiz geliri eşit bir şekilde bölüşemiyoruz?... Neden hazinenin üzerinde oturup da elin yabancısına avuç açan dilenciler haline geldik?... Oysa avuç açtığımız Batılı ülkelerin tamamının toplam zenginlikleri benim ülkemin zenginliklerinin çeyreği kadar bile değil! Batılı ülke vatandaşı kendi ülkesinde rahat bir yaşantı sürdüğü gibi, emekli maaşı ile ülkemin en güzel köşelerinde dilediği gibi tatil yapabiliyorken, biz bir Türk olarak kendi ülkemizde tatil yapmak bir yana, evimize yarım kilogram kıyma götürebilme derdine düşmüşüz! Matematiğin asıl mucidi benim milletim olduğu halde, kendi ülkemde matematik gibi dersleri neden yabancı dille öğrenmek zorunda bırakılıyorum?...

Yukarıda bahsettiğim merdiven bu ve benzer soruların ta kendisidir. Haydi, şimdi bu soruları hep bir ağızdan en yüksek ses tonuyla kendimize sormaya, merdivenin basamaklarını tek tek çakmaya başlayalım. Basamakları tamamlayıp, her basamakta biraz daha yükseğe çıktıkça, ülke sınırlarımız içinde oluşturulan dolambacın çıkış kapısını görmemiz o denli kolaylaşacaktır.

İçinde bulunduğumuz durumun sebebi ne Osmanlı’nın borcunu ödediğimiz, ne de hala borçlu bir ülke olduğumuz dur. Bize kabul ettirilmeye çalışılan suni sebepleri bir yana bırakıp, asıl sebebin sömürülüyor olduğumuz gerçeğinin farkına varmalıyız. Tıpkı yüzyıllar önce sömürülen uzak Asya ve Afrika ülkeleri gibi şimdi de biz sömürülüyoruz.

Geçmişin, medeni, çalışkan ve üretken toplum yapımızdan hızla tüketen bir toplum haline getiriliyoruz. Geçmişin bozkurt ruhlu Türk’ün ruh yapısı değiştiriliyor, kendilerine hizmet ettirebilecekleri bir şekilde kendi arka bahçeleri sandıkları vatanımızda evcilleştiriliyoruz. Sözle esareti kabul etmez bir yapıya sahip olduğumuzu dile getirirken, eğitimden sağlığa, ekonomimizden, savunma sistemimize kadar her alanda esaret altına giriyoruz. Para basıp basamayacağımıza, maaşlara zam yapılıp yapılmayacağına, okullarda okutacağımız ders kitaplarının içeriğine, toprağımızda neyi ekip neyi ekemeyeceğimize, hastalandığımızda hangi şartlar altında tedavi olup, hangi şartları taşımadığımızdan tedavi olamayacağımıza hep bunlar karar veriyor. Savunma sanayimizde hangi silahı üretip, hangisini üretemeyeceğimize, üretmek bir yana hangisini satın alıp hangisini alamayacağımıza v.s. dün diz çöktürdüğümüz Bu düşman mihraklar karar veriyor artık benim ülkemde… İlerleyen yazılarımızda, düşman mihraklar dediğimiz unsurların da ruhunu teşkil eden yapıyı tüm çıplaklığıyla gözler önüne sereceğiz. Uygulamaya konan ve gelecekte uygulamayı düşündükleri sinsi planların tümünü bütün çıplaklığıyla gözler önüne sereceğiz. Hem de canımızı feda etme pahasına bile olsa atalarımızdan öğrendiğimiz marangozluk sanatının, genlerimizde olan tüm ustalığımızla bu tahta merdiveni yapıp, ustalığını milletlere dolambaçlar inşa etmekte kullanan bu duvarcıların duvarlarını aşıp, çıkış kapısını bulacağız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Kim bunlar?

Bu dolambaçları(Labirentleri) kuranlar kimler?... Milletimizin kafasını karıştıran yüksek duvarları kimler inşa ediyorlar?... Bu duvarları örenler; bizleri içlerine hapsettikleri odaların duvar şekillerine karar verenler bu ‘Duvarcı ustaları, Siyonist Masonlar’ dır!

Hiçbir köşesinde barınamadıkları Dünya’da, kendilerine kalkan görevi gördürmek için destekledikleri Osmanlı’nın Cihan İmparatorluğu olmasında canla başla çalışan da, tüm ticari arterleri elinde bulundurup, Cihan Devleti’nin kanını emenler de, vadesi dolduğuna karar verip, çökertip tarihten silmek için ellerinden gelen fenalığı yapanlar da bu Siyonist Masonlardır! Bunlar yapı itibarıyla kendi imparatorluklarını falan kurma zahmetinde bulunmazlar. Çünkü tüm Dünya’nın kendileri için kurulduğuna, diğer milletlerin kendilerine hizmet için yaratıldığına inanırlar. İşte bu yüzden de, görevini tamamladığına inandıkları Osmanlı Cihan Devleti’ni yıkıp, yerine Amerikan İmparatorluğu’nu kurdular.

Şimdiki sinsi planları ise ‘Yeni Osmanlıcılık’ kavramını ortaya atıp, Doğu Bloğu’na kaptırmak istemedikleri Asya’nın zenginlerini perde arkasından sömürebilmek için kurallarını ve sınırlarını kendilerinin belirleyeceği Türk İslam Birliği’ni kurmak dır. Bu konuda Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar olan coğrafyada yaşayan, özellikle biz Türkler,  çok dikkatli ve tüm sinsi planlara karşı uyanık olmak mecburiyetindeyiz. Çünkü kurmuş oldukları (sözde) yardım vakıfları sayesinde, bizi yumuşak karnımızdan yakalamalarına izin vermemeli, hepimizin hayali ve hedefi olan Türk Birliği’ni kuralım derken bu sinsi çakalların tuzağına düşmemeliyiz!

İlerleyen sayılarımızda, bu köşede Siyonist Masonlar, Onlar için çalışan içimizdeki hainler ve geçmişte planlayıp hayata geçirdikleri tüm sinsi planları geniş ayrıntıları ile işleyip. Günümüzdeki faaliyetlerine ve planlarını bozacak etkenleri oluşturamamamız durumunda tüm Dünya Milletleri’ni ne gibi felaketlerin beklediği gibi konular üzerinde duracağız.

Bu konuda yayınlanmasını, gün yüzüne çıkmasını istediğiniz elinizde var olan bilgi ve belgeleri bana ulaştırırsanız sevineceğimi belirtir, bir sonraki yazımızda tekrar buluşmak dileklerimle, umut dolu, aydınlık ve huzurlu yarınlar diliyorum.

 

Hiç yorum yok: