DikiliYORUM
Vedat Durmaz
Öncelikle
KIRKLARELİ HABERCİ okuyucularına gönül dolusu saygı ve sevgilerimi sunarken, bu
köşeden sizlere ulaşma imkanı sağlayan, Sayın Faruk CEYLAN”a
teşekkür ediyorum. Bundan önceki köşe yazılarımı takip edenlerin bildiği üzere,
Türk Birliği’nin önemine ve gerekliliğine dikkat çekip, mutlaka kurulması
gerektiği üzerinde durmuştum. Bu birliğin kurulması geciktiği sürece Türk ve
diğer mazlum milletlerin ezilmeye, sömürülmeye devam edeceğini, yaşlı
Dünya’mızın huzura kavuşamayacağı gerçeğine değinmiştim. Bundan sonraki
yazılarımda da, kurulması asırlardır gecikmiş olan Türk Birliği’nin
gerçekleşmesinin önündeki engelleri, tuzakları ve sinsi planları inceleyip, tüm
engellerin el birliği ile kaldırılması hususunda çare ve çözüm yolları üzerinde
duracağız.
Sorunları çözmenin en kolay yolu;
Öncelikle
sorunun veya sorunların ne veya neler olduğunu doğru tespit edip, çözüm
üretmeden önce sorunlu bölgeye uzaktan bakmasını öğrenmemiz gerekiyor. Çünkü Sorunları
çözmenin en kolay yolu sorunlu bölgeye soğukkanlılıkla uzaktan bakmaktır. Bize
gerekli olan en önemli unsur budur. Şu anda alacakaranlık bir dolambacın
(labirentin) içinde olduğumuzu, çıkış kapısının ardında da aydınlık günlerin
bizi beklediğini varsayalım. Varsayalım diyorum ama aslında millet olarak
içinde bulunduğumuz durum tam bir dolambaç! Yüzyıllardır çıkabilmek için
projeler üretildi ve ciddi çalışmalar yapıldı. Kaybedilen zaman her birimizin
yüreğini acıttığı gibi, düşman mihraklar da bir yandan bize çaresiz olduğumuz
telkinini yaptığı için, şuursuzca arayışlara koyulduk. Çoğunluğumuz da bu
birkaçımızın oraya buraya koşuşturmasıyla, çıkış kapısını adeta tesadüfen
bulmasını bekledik.
Oysa
kapının bulunduğu bölüme tesadüfen rastlayabilmek için koşup duracağımıza, el
birliği ile tahta bir merdiven çaksaydık, dolambacın üst duvarına en azından
içimizden sadece bir kişiyi bile çıkarabilmiş olsaydık, millet olarak çıkış
kapısını çoktan bulmuş, kapının ardındaki aydınlık günlere kavuşmuş olurduk.
Yedi
(sözde) Bağımsız Türk Devleti bir araya gelip kendi birliğini kurmasın diye her
devletin kendi sınırları içinde birer dolambaç oluşturuldu. Bu yedi Türk Devleti’nin vatandaşları kendi ülke
dolambacı içine hapsedildiği, kendi kapılarından çıkamadığı için de, Batı
Trakya’da, Irak’ta ve Doğu Türkistan gibi yerlerde yaşayan kardeşleri düşman
mihrakların zulmü altında inlerken, gerçek anlamda yardım elini uzatamadı!
İlk
olarak Türkiye sınırları içinde kurulan dolambacın çıkış kapısını birlikte
bulmaya çalışalım. Sonra diğer kardeşlerimizin yaşadığı ülkelere de uyarlaması
kolay olur.
Ben Türk’üm, bu ülke benim!
Önce
bunu kavramalı, bize unutturulmaya çalışılan bu gerçeğin farkına varmalıyız.
Evet, biz Türk’üz ve bu ülke bizim! Peki, biz neden kendi ülkemizde hak
ettiğimiz ve layık olduğumuz gibi yaşayamıyoruz? Sahip olduğumuz öz
kaynaklarımız diğer Batılı ülkelerden çok fazla olmasına rağmen, o ülkelerin
vatandaşları zengin ve rahat yaşarken, biz neden bu halde yaşıyoruz?... En
önemlisi bunca zengin maden yataklarımızın olduğunu bildiğimiz halde, neden
elin yabancısı bizim madenlerimizi çıkartıp işletirken, millet olarak biz
çıkartıp işletemiyor, elde ettiğimiz geliri eşit bir şekilde bölüşemiyoruz?... Neden
hazinenin üzerinde oturup da elin yabancısına avuç açan dilenciler haline
geldik?... Oysa avuç açtığımız Batılı ülkelerin tamamının toplam zenginlikleri
benim ülkemin zenginliklerinin çeyreği kadar bile değil! Batılı ülke vatandaşı
kendi ülkesinde rahat bir yaşantı sürdüğü gibi, emekli maaşı ile ülkemin en
güzel köşelerinde dilediği gibi tatil yapabiliyorken, biz bir Türk olarak kendi
ülkemizde tatil yapmak bir yana, evimize yarım kilogram kıyma götürebilme
derdine düşmüşüz! Matematiğin asıl mucidi benim milletim olduğu halde, kendi
ülkemde matematik gibi dersleri neden yabancı dille öğrenmek zorunda
bırakılıyorum?...
Yukarıda
bahsettiğim merdiven bu ve benzer soruların ta kendisidir. Haydi, şimdi bu
soruları hep bir ağızdan en yüksek ses tonuyla kendimize sormaya, merdivenin
basamaklarını tek tek çakmaya başlayalım. Basamakları tamamlayıp, her basamakta
biraz daha yükseğe çıktıkça, ülke sınırlarımız içinde oluşturulan dolambacın
çıkış kapısını görmemiz o denli kolaylaşacaktır.
İçinde
bulunduğumuz durumun sebebi ne Osmanlı’nın borcunu ödediğimiz, ne de hala
borçlu bir ülke olduğumuz dur. Bize kabul ettirilmeye çalışılan suni sebepleri
bir yana bırakıp, asıl sebebin sömürülüyor olduğumuz gerçeğinin farkına
varmalıyız. Tıpkı yüzyıllar önce sömürülen uzak Asya ve Afrika ülkeleri gibi
şimdi de biz sömürülüyoruz.
Geçmişin,
medeni, çalışkan ve üretken toplum yapımızdan hızla tüketen bir toplum haline
getiriliyoruz. Geçmişin bozkurt ruhlu Türk’ün ruh yapısı değiştiriliyor,
kendilerine hizmet ettirebilecekleri bir şekilde kendi arka bahçeleri
sandıkları vatanımızda evcilleştiriliyoruz. Sözle esareti kabul etmez bir
yapıya sahip olduğumuzu dile getirirken, eğitimden sağlığa, ekonomimizden,
savunma sistemimize kadar her alanda esaret altına giriyoruz. Para basıp
basamayacağımıza, maaşlara zam yapılıp yapılmayacağına, okullarda okutacağımız
ders kitaplarının içeriğine, toprağımızda neyi ekip neyi ekemeyeceğimize,
hastalandığımızda hangi şartlar altında tedavi olup, hangi şartları taşımadığımızdan
tedavi olamayacağımıza hep bunlar karar veriyor. Savunma sanayimizde hangi
silahı üretip, hangisini üretemeyeceğimize, üretmek bir yana hangisini satın
alıp hangisini alamayacağımıza v.s. dün diz çöktürdüğümüz Bu düşman mihraklar
karar veriyor artık benim ülkemde… İlerleyen yazılarımızda, düşman mihraklar
dediğimiz unsurların da ruhunu teşkil eden yapıyı tüm çıplaklığıyla gözler
önüne sereceğiz. Uygulamaya konan ve gelecekte uygulamayı düşündükleri sinsi
planların tümünü bütün çıplaklığıyla gözler önüne sereceğiz. Hem de canımızı
feda etme pahasına bile olsa atalarımızdan öğrendiğimiz marangozluk sanatının,
genlerimizde olan tüm ustalığımızla bu tahta merdiveni yapıp, ustalığını
milletlere dolambaçlar inşa etmekte kullanan bu duvarcıların duvarlarını aşıp,
çıkış kapısını bulacağız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
Kim bunlar?
Bu
dolambaçları(Labirentleri) kuranlar kimler?... Milletimizin kafasını karıştıran
yüksek duvarları kimler inşa ediyorlar?... Bu duvarları örenler; bizleri
içlerine hapsettikleri odaların duvar şekillerine karar verenler bu ‘Duvarcı
ustaları, Siyonist Masonlar’ dır!
Hiçbir
köşesinde barınamadıkları Dünya’da, kendilerine kalkan görevi gördürmek için
destekledikleri Osmanlı’nın Cihan İmparatorluğu olmasında canla başla çalışan
da, tüm ticari arterleri elinde bulundurup, Cihan Devleti’nin kanını emenler
de, vadesi dolduğuna karar verip, çökertip tarihten silmek için ellerinden
gelen fenalığı yapanlar da bu Siyonist Masonlardır! Bunlar yapı itibarıyla
kendi imparatorluklarını falan kurma zahmetinde bulunmazlar. Çünkü tüm
Dünya’nın kendileri için kurulduğuna, diğer milletlerin kendilerine hizmet için
yaratıldığına inanırlar. İşte bu yüzden de, görevini tamamladığına inandıkları
Osmanlı Cihan Devleti’ni yıkıp, yerine Amerikan İmparatorluğu’nu kurdular.
Şimdiki
sinsi planları ise ‘Yeni Osmanlıcılık’ kavramını ortaya atıp, Doğu Bloğu’na
kaptırmak istemedikleri Asya’nın zenginlerini perde arkasından sömürebilmek
için kurallarını ve sınırlarını kendilerinin belirleyeceği Türk İslam
Birliği’ni kurmak dır. Bu konuda Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar olan
coğrafyada yaşayan, özellikle biz Türkler, çok dikkatli ve tüm sinsi planlara karşı
uyanık olmak mecburiyetindeyiz. Çünkü kurmuş oldukları (sözde) yardım vakıfları
sayesinde, bizi yumuşak karnımızdan yakalamalarına izin vermemeli, hepimizin
hayali ve hedefi olan Türk Birliği’ni kuralım derken bu sinsi çakalların
tuzağına düşmemeliyiz!
İlerleyen
sayılarımızda, bu köşede Siyonist Masonlar, Onlar için çalışan içimizdeki
hainler ve geçmişte planlayıp hayata geçirdikleri tüm sinsi planları geniş
ayrıntıları ile işleyip. Günümüzdeki faaliyetlerine ve planlarını bozacak
etkenleri oluşturamamamız durumunda tüm Dünya Milletleri’ni ne gibi
felaketlerin beklediği gibi konular üzerinde duracağız.
Bu
konuda yayınlanmasını, gün yüzüne çıkmasını istediğiniz elinizde var olan bilgi
ve belgeleri bana ulaştırırsanız sevineceğimi belirtir, bir sonraki yazımızda
tekrar buluşmak dileklerimle, umut dolu, aydınlık ve huzurlu yarınlar diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder