28 Eylül 2011 Çarşamba

Kırklareli Günlüğü / Mekanın Cennet olsun Milli dava adamı

Faruk ceylan
İstiklal marşımızın şairi, kurtuluş savaşındaki yaptığı konuşmalarıyla halkı sürekli bilinçlendiren büyük dava insanının vefatının  yıldönümü münasebetiyle onu hatırlayalım istedim. Milli dava adamı Akif’in , ne öldüğünde, nede öldükten sonra layık olduğu değeri bulamadığı aşikardır. Ona hak ettiği değer verilmese de ben bir Fatiha okuyup, yaad etmeyi vazife adlettim kendime. ALLAH (C.C) mekanını Cennet eylesin  İnşallah… 
Umuyorum İstiklal marşımızın yazarı, büyük dava adamı Mehmet Akif için sizlerde bir Fatiha gönderirsiniz  değerli okurlarım…
Mehmet Akif:
Asıl adı Mehmet Ragif olan Mehmet Akif 1873 yılında İstanbul'da doğdu. Annesi Emine Şerife Hanım, babası Temiz Tahir Efendidir. İlk tahsiline Emir Buhari Mahalle Mektebinde başladı. İlk ve orta öğrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti. Babasının vefatı ve evlerinin yanması üzerine mülkiyeyi bırakıp Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Tahsil hayatı boyunca yabancı dil derslerine ilgi duydu. Fransızca ve Farsça öğrendi. Babasından Arapça dersleri aldı.
Ziraat nezaretinde baytar olarak vazife aldı. Üç dört sene Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da bulaşıcı hayvan hastalıkları tedavisi için bir hayli dolaştı. Bu müddet zarfında halkla temasta bulundu. Akif'in memuriyet hayatı 1893 yılında başlar ve 1913 tarihine kadar devam eder.
Memuriyetinin yanında Ziraat Mektebinde ve Darulfünun'da edebiyat dersleri vermiştir.
1893 senesinde Tophane-i Amire veznedarı M. Emin Beyin kızı İsmet Hanımla evlendi.
Akif okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarıda kendi kendini yetiştirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genişletmeye çalıştı. Memuriyet hayatına başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak edebiyat sahasındaki çalışmalarına devam etti. Fakat onun yayım hayatına girişi daha fazla 1908'de İkinci Meşrutiyetin  ilanıyla başlar. Bu tarihten itibaren şiirleri Sırât-ı Müstakîm'de yayınlanır.
Merhum Akif 1920 tarihinde Burdur Milletvekili olarak Birinci Büyük Millet Meclisine seçildi. 17 Şubat 1921 günü İstiklâl Marşı'nı yazdı. Meclis 12 Martta bu marşı kabul etti.
1926 yılından itibaren Mısır Üniversitesinde Türkçe dersleri verdi. Derslerden döndükçe Kuran-ı kerim tercümesiyle de meşgul oluyordu, fakat bu sırada siroza tutuldu. Önceleri hastalığının ehemmiyetini anlayamadı ve hava değişimiyle geçeceğini zannetti. Lübnan'a gitti. Mısır'a hasta olarak döndü. 17 Haziran 1936’da tedavi için İstanbul’a döndü. Yurda döndüğünde, Mustafa Kemâl Atatürk için şu sözleri söyledi: "Mısır'da 11 yıl kaldım. Fakat 11 saat daha kalsaydım artık çıldırırdım. İnsanlık da Türkiye'de, Müslümanlık da Türkiye'de, hürriyetçilik de Türkiye'de. Eğer varsa, Allah benim ömrümden alıp Mustafa Kemâl'e versin!"
Siroz onu harab etmiş, bir deri bir kemik bırakmıştı. Gördüğü tedavi ile  hastalığın önüne geçilemedi.  27 Aralık 1936 tarihinde vefat etti.  Kabri Edirnekapı Mezarlığındadır.
Mehmet Akif milletini ve dinini seven, insanlara karşı merhametli bir mizaca sahip, şair tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan, edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı meşhur bir Türk şairidir. İstiklâl Marşı şairi olması bakımından da "Millî Şair" ismini almıştır.
 Mehmet Akif Ersoy, Birinci Meclis’te, Burdur milletvekiliydi... “Gazi meclis”in şerefli üyesidir... İstiklal Marşı için Vatan aşkıyla yanıp tutuşarak  Millet’ini, Bayrağını kendi hayatının önünde tuttu. 27 Aralık 1936 gününde vefat ettiğinde, tarihe düşülen kayıtlara göre, dönemin  “Dahiliye Vekili” Şükrü Kaya, İstanbul valiliğine gönderdiği mesajda cenazeye sahip çıkılmamasını ve tüm resmi zevatın cenazeden uzak durmasını istemişti. İstiklal marşının yazarı, Vatan sevgisiyle dolu bu imanlı insanın cenazesi neden ortada bırakılmak istenmişti…
Dr. Macit Bumin’den Mehmet Akif’in Cenazesinin defni ile ilgili anı; 

Arkadaşım Mithat Müdüroğlu ile birlikte Beyazıt Kütüphanesi'ne gidiyorduk. Vakit erkendi. Kütüphanenin açılma saatini, tam karşısında bulunan ve "Küllük" denilen kahvelerin birinde oturarak bekliyorduk. Sulu kar yağıyordu. Tam bu sırada caddeden tek atlı bir araba geçiyordu. Arabacının yanında fesli bir genç oturuyordu. Yükü, örtüsüz bir tabut olan araba, cami kapısına yöneldi. Tam bu sırada ikimiz birden kalkıp önlerine koştuk. Fesli gence sorduk
:-Bu tabut kime ait? Delikanlı bize şöyle bir baktı ve:
Bu tabut Mehmet Akif Bey'e aittir.
Ben de katib-i hususiyim, dedi. Hemen tabutu arabadan aldık ve hürmetle musalla taşının üzerine usul-ü vechile yerleştirdik.
Arkadaşımla görebildiğimiz birtakım eksiklikleri tamamlamak vazifesini üstlendik. Katipten merhumun kartvizit büyüklüğünde iki fotoğrafını istedik. Birini tabutun başına dayadık, birini de yanımıza alarak heyecan ve telaşla katibin adını bile sormadan, fatihamızı okuyup Kapalıçarşı'ya daldık. Bir büyük bayrak ve raptiye alarak döndük. Bayrağı büyük naaşın üzerine örttük. Oradan doğruca talebe yurtlarına koştuk.Kısa bir zaman parçası içerisinde TIP talebe yurdunu dolaştık. Rastladığımız herkese büyük şairimizin cenazesinin Beyazıt Camii'nde olduğunu, öğlen namazından sonra kaldırılacağını haber veriyorduk. Bu arada Kadırga Yurdu'na da indik.
Yollarda rastladığımız kimselere sadece haberi vermekle kalmıyor, yakalarına merhumun   çoğalttığımız fotoğrafını da iliştiriyor, naaşın Edirnekapı'da toprağa verileceğini söylüyorduk. Öğle namazına yakındı, Beyazıt Camiine geldik. Cenazenin yanında, resmi kıyafetleri ile Darüşşafaka ilkokul birinci sınıf talebelerini öğretmenleriyle  birlikte gördük. Daha sonra cemaat çoğaldı. Namazdan sonra tabut  eller üzerinden kayarak Beyazıt meydanına çıkıldı.
Cenaze alayı ilerledikçe kalabalık artıyordu. Edebiyat Fakültesi önünde 5 dakika duruldu, saygı duruşunda bulunuldu. Cenaze alayı çığ gibi büyüyordu. Tabut gençlerin ve halkımızın elleri üzerinde, bayrağımıza sarılı vaziyette ilerliyordu. Edirnekapı'ya kadar böylece gelindi. Mehmet Akif’in naaşı  mezara indirildikten sonra görmek isteyenler için merhumun yüzü son bir kere açıldı. Mezar usul-ü veçhile kapandı.

 Kur'an-ı Kerim okundu, dualar edildi ve büyük kaybın verdiği iç burukluğuyla cemaat oradan ayrıldı.
Şunu söylemek isterim ki, büyük şairimiz Mehmet Akif'i milletimiz ebediyete kadar unutmayacaktır. Merhuma, naçiz hizmetimiz olmuş olabilir. Fakat bizim gördüğümüzü, o günkü gençlerden kim görseydi, mutlaka bizim yaptığımızı yapacaktı. Bu naçiz hizmet bize nasip oldu.





Hiç yorum yok: